"...Bırak şimdi. Bırakmam efendim. Hep ben mi ayak uyduracağım size? Uymuyorum. Saat geçiyor. Yerinden doğruldu. Saat onbiri yeni geçmişti. Siz dediğiniz için değil, vakti geldiği için bırakıyorum. Ama tam da bırakmıyorum, işim bitince sizinle yarım bıraktığımız işe yeniden döneceğim. Ama önce gideceğim. Gitmeli miyim? Arasam? Hem gidersem, kapı dürbününden benim geldiğimi görürlerse kapıyı açmazlar, ben de yoklar zannederim. Belki de gerçekten yoklardır. İşimi şansa bırakamam. Muhakkak iletişime geçmeliyim. Hem aradığım vakit, telefonu açıp ses vermeden kim
olduğumu anlayamazlar ve artık yerlerinde yoklarmış izlenimi vermeleri için de pek geçtir. Kapatamazlar yüzüme. Ben de istediğimi elde etmiş olacağım bu sayede. Ama öncesinde bir planlama yapmalıyım. Hayır prova. Tek kişilik bir oyun, hepimizinki gibi. Hoş geldiniz, hoş geldiniz. Buyurun efendim, ücretsiz. Maksat, ayağınız alışsın. Ayağınız alışana kadar her oyunum ücretsiz, buyurun, buyurun lütfen. Buyurun. Hoş geldiniz. Merhabalar. Bırak şimdi oyunu. Bırakamam efendim Görmüyor musun tıka basa doldu salon. İnşa edildiğinden beri ilk defa bu kadar kalabalık görüyorum bu salonu.
Meğer insanımız tiyatroyu seviyormuş da para yetiremiyormuş. Paralı olsa kimse gelmez. Evde televizyon dururken hem de, ahmakça! Hem şimdi renklileri de çıkmış diyorlar. Kanal sayısı da artacakmış, onlarca kanal olacakmış. Hiç şansı yok tiyatronun. Hiç şansı yok insanın, bu ne olduğu, nasıl bu kadar çabuk geliştiği
akılsırermeyen canavara karşı. Nasıl kazanılabilir, nasıl mücadele edilebilir? Sadece çırpınılabilir. Koca okyanusun ortasında, bir başına bırakılmış bir adam ki öleceği kesin, yine de çırpınmaktan geri durmaz. Nasıl olsa öleceğim, tüm çırpınmalarım boşa deyip de en azından yorulmadan ölmeyi bekleyemez. İnsanın doğası bunu emreder: Çırpınmayı..."
Comments