Yazarken, henüz satır başı yapmamışken, tek fikir dökememişken önümdeki kağıda, dahası tek fikir yazılmayı haketmez görünürken gözüme, hep korkmuşumdur. Aklım karışır, elim titrer, kalemim titrer, kağıt bulanıklaşır. İki kelimeyi bir araya getiremem. Bu yüzden başlamam, başlayamam hiçbir yazıma tükenmez kalemle. Hep, her yazdığım cümleyi silebileceğimi hesap ederek otururum kurşun kalemle kağıdın başına. Yazarken durum böyle.
Yaşarken de farklı değil yazarkenkinden. Ama yaşamaya gelince işin rengi de çözümü de her şeyi ama her şeyi baştan sona değişiyor. Çözümü var elbet, ben bilmiyorum diye çözümü yok denemez ya. Ama bilmiyorum. Kurşun kalem izini silmek gibi değil mesela. Ya da tükenmez kalem çare etmez kendi hatasına, üzerini karalayınca görünmez olmaz en azından. Sayfayı koparıp atmak da değildir çaresi, yırtıp yakıp yok etmek de olamaz ne yazık ki. Ya da yazmaya tövbe edip de bir daha kalem tutmaz olmak gibi edemiyor insan yaşamından tövbe. Her tövbe kabul olmaz, onlardan herhalde.
Yaşamak mecburiyet işi. Yaşamak kabullenmek işi. Doğrusuyla, yanlışıyla yaşamak, tekrar hakkının olmadığını bilerek yaşamak. Yok, verilmemiş. İnsan iradesi bu kadar: Sınırlandırılmış.
Comentarios